Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat (1220-1237) sıcak bir yaz günü ordusuyla Yabanabad (Ankara-Kızılcahamam) kazasına bağlıTaşlı Şeyhler köyünde konaklar. Köyde Bacıyan-ı Rum
(Rum Bacıları) temsilcilerinden „ Kırmızı Ebe“ (Kırgız Ebe) adında bir kadın eren vardır.
Koca Sultan`ın ordusunu ağırlamak, fakr-u zaruret içinde bulunan köylüler için kolay değildir. Onları „nasıl ağarlayacakları telaşı“ almışken, sırtında yetim yavrusu Oruç (Gazi) sarılı olduğu halde Kırmızı Ebe, elinde bir helke (bakraç) ayranla çıkagelir.
„Çam sakızı çoban armağanı“ kabilinden, meşelerin arasındaki konaklama yerinde bulunan küçük bir taş oluğa elindeki bakraç ayranı döker ve başına oturur. Ordunun bütün neferleri sırayla gelip hem içerler hem de mataralarını doldururlar, fakat bir bakraç ayran koca orduya yeter de artar bile. Bu olayda Rab Taala`nın ona, „keramet „ dediğimiz olağanüstülüğü ihsan eder.
Askerler ayranı içerken ve mataralarını doldururken Kırmızı Ebe ile aralarında devamlı şu ikili konuşma geçer:
-Doldurun gazilerim!
-Doldur ana!
-Doldurun yavrularım!
-„ANA DOLU!“
Ihtiyar ananın oluğunu daima dolu gören askerler, „Ana dolu“ diyerek buz gibi ayranla Ağustosun kavurucu sıcağında serinlerler. Bu esnada askerlerin içini bir de şu duygu ve düşünce kaplamıştır: „Bu vatan, askerine sahip cıkacak, onu her yerde bir bakraç ayranıyla da olsa serinletecek ve Allah yolunda gazaya hazırlayacak „Analardolu“,
Derler ki, işte o günden sonra bu topraklara „ Anadolu“ dene gelmiştir.